“Okuma”yı tanımlamanız istense acaba içine hangi kavramları alırdınız? Bu soruyu cevaplamadan önce okuma konusunda ülkemizin neden olumsuz bir tabloya sahip olduğunu irdelemek gerekir. Birçok otorite özellikle çocuklarımızın okumaya karşı dirençlerinin altında yatan sebebin okumayan ve rol model olmaktan uzak anne babalar olduğunu söylüyor. Haklılar da. Fakat bu kadar önemli ve büyük bir sorunun altında, bu denli sığ ve kolay bir sebebe ulaşmak, pek tatmin edici değil.
Sebep her ne olursa olsun ortada bir gerçek var: Okumuyoruz. Bu sadece çocuklarımızın sorunu değil biz yetişkinler de okumuyoruz. Çünkü biz de bir zamanlar çocuktuk ve okumuyorduk.
Okul başarısızlıklarının önemli bir bölümü, okuma başarısızlığından kaynaklanıyor. Açılımı “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” olan PISA, Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiriyor. Ülkemizde PISA araştırması, Millî Eğitim Bakanlığı Ölçme Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülüyor. Bu araştırma da gösteriyor ki çocuklarımız kendi anadillerinde yazılmış bir metni okuyup anlama konusunda oldukça başarısız.
Çocuklarımızın akademik ve sosyal başarılarının kaynağı ve sağlayıcısı, iyi bir okuma alışkanlığıdır. Eğer okumada başarısızsanız muhtemelen, şansınız yardım etmediyse, hayatta da pek başarılı değilsiniz. Ülkemizde bugüne dek ciddi bir sorun olarak ele alınmayan okuma başarısızlığının altında yatan gerçek neden ne?
On beş sene evvel sınıf öğretmeni bir arkadaşım, ikinci sınıfları okuturken öğrencilerinin okumayı öğrendiğini, fakat okuduklarını anlamadıklarını söyleyerek yardım istedi. En dikkat çekici konu ise basit bir matematik problemini çocuk okuyor fakat anlamıyor, doğal olarak da çözüm üretemiyor. Kısa bir hikâyeyi okuyor fakat ilgili soruları cevaplandıramıyor. Açık bir okuma başarısızlığı var burada.
Arkadaşım ilginç bir cümle kuruyor: “Ama ben okuduğum zaman yapabiliyorlar.” Bu cümleyi binlerce ebeveynden de duyduk. Kendileri okuduklarında anlayamadıkları metinleri, öğretmenleri ya da anne babaları okuduğunda kolaylıkla anlayabiliyor ve problemi çözebiliyorlardı. Bunun nedeni neydi? Okuduğunu anlama konusunda başarısız olan bu çocuklarla yaptığımız çalışmanın sonunda bu sorunun cevabını bulduk.[1]
Türkçenin anlamsal işletim sistemi sözcük sözcük okumayı reddeder. Çünkü Türkçede anlam ancak sözcüğün içinde geçtiği anlamsal birlik esas alındığında ortaya çıkar, aksi halde sadece temel anlamıyla sınırlı kalınır. Çünkü bir sözcük, tek başına görüntülediğinizde sadece temel anlamıyla karşımıza çıkar. Halbuki Türkçe çok anlamlılık denilen çok önemli ve hassas bir özelliğe sahiptir. Akıllıca ve etkin kullanıldığında sözcüklerin anlamsal katmanlarında özgür ve yaratıcı imkanlar sunarken kısır ve yetersiz kullanımında ifade ve anlam karmaşalarına yol açar.[2]
Bursa Uludağ Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Biriminde KUAP(GSF) 2012/70 numaralı, okuma ve kavrama problemlerini ele alan projemiz[3], insanımızın okuma konusundaki temel probleminin “nefes” olduğunu ortaya koydu.
Türkçenin anlamsal işletim sisteminin anlama ve kavrama aşamalarında etkin bir kuralı var: Durak…
Anadili konuşmalarımızda bu kurala ne kadar uygun hareket edersek sözlerimiz o kadar doğru ve kolay anlaşılıyor. Bu kural sözcüklerin bir araya gelerek oluşturdukları birliklerin sınırını belirliyor. Bir başka deyişle ifade etmek istediğimiz anlama uygun olarak bir araya gelen sözcük birliklerinin başlangıç ve bitiş sınırını oluşturuyor.
Bu duraklar noktalama işaretlerinin oluşturduğu duraklardan gibi belirli işaretler taşımıyor. Doğal olarak da görsel olarak fark edilmesi mümkün değil. Ama anadili bilincimiz ve kuralları bu durakları bize hazır bir mamul olarak sunuyor.
Bir çay bardağı düşünün. Kullanıma hazır, üretilmiş ve size ulaştırılmış. Hemen çayı doldurup içebilirsiniz. Siz öyle yapmıyor, bardağı elinizden yere bırakıp parçalanmasına sebep uluyor, sonrada parçaları yapıştırıp bardağı o haliyle kullanmak istiyorsunuz. Ne kadar sağlıklı bir kullanım olabilir?
Bugün okuma davranışımız da böyle. Türkçenin bize hazırlayıp sunduğu anlamsal birlikleri, sözcük sözcük okuyarak önce parçalara ayırıyor, sonra da anlamak ve kavramak için onları birleştirmeye uğraşıyoruz. Sizce ne kadar başarılı olabiliriz?
Örneğin: Göz: görme organı; Boyamak: Boya sürerek veya boyaya batırarak renk vermek[4] anlamlarına geliyor. Peki, “Göz boyamak”? Kandırmak… Bu anlamsal karşılığın ne gözle ne de boyamak eylemiyle bir ilgisi var. Esas olan birlikte ne anlama geldikleridir.
Bunların nefesle ne ilgisi var. Doğru soluma insan hayatı için oldukça önemli. Etkili olduğu yerlerden biri de okuma davranışıdır.[5] Okuma sırasında doğru soluma, durakların doğru yapılmasını sağlıyor.
Okumaya yeni başlayan bir öğrenci, sınıf heyecanı, okuma korkusu ve benzeri nedenlerle okuma sırasında soluk alışverişini değiştiriyor. Bu değişim anlamsal birliklerin sonundaki durakların da değişmesine neden oluyor. Böylece parçalanan anlamsal birliğin anlamlandırılması mümkün olmuyor. Beyin kavramayı sağlayamadığı için defalarca geri dönüşler yaparak algılamaya çalışıyor. Emek ve zaman harcanan fakat başarıya ulaşamayan bir okuma davranışı çıkıyor ortaya. Çocuk okuyor ama anlayamıyor.
Çözüm, yeni bir okuma davranışı. Metinleri sözcük sözcük görüntülemek yerine anlamsal birliklerin sınırını esas alan yeni bir fotografik görüntüleme alışkanlığıdır. Bu davranış anlamayı kolaylaştırdığı gibi okuma hızını da oldukça arttırmaktadır.
Araştırma projesi içinde okuduğunu anlayamayan bu çocuklarla yaptığımız çalışmada, doğru nefes alarak durakları doğru şekilde yapmalarını sağladık. Anlamsal birlikleri de birer bütün olarak görmelerini sağladı.
Sonuç: Öğrencilerin hem kavramaları düzeldi hem de eskisinden çok daha hızlı yeni bir okuma davranışı oluşturdular. Biz, bu yeni davranışa SOS Süper Okuma sistemi diyoruz.